20 Nisan 2009 Pazartesi

Deneme 1 - Bölüm 3

Ofisin kapısından içeri adımımı attığım anda bir alkış sesi karşıladı beni. Güngör Bey, Selin’in masasının kenarına ilişmiş, yüzünde sinirli olduğunu ve birazdan beni yerin dibine sokacağını ilan eden gülümsemeyle bekliyordu sanki.
“Gerçekten tebrik ediyorum seni. Bu alkışları sonuna kadar hak ediyorsun. Bir kere cesur adamsın. Özel sektörde çalışıp işe bir hafta boyunca geç gelmek her babayiğidin harcı değil. Üstelik o kadar kovarım dememe rağmen. “
Konuşmasına, yani azarına son sürat devam ederken Muharrem boşları toplamak için masaların etrafında dolaşmaya başladı. Tam kapıdan çıkacakken Güngör Bey “Muharrem nereye gidiyorsun? Emir Bey’in siparişini almayacak mısın?” diye devam etti kaldığı yerden.
“Emirciğim kusuruna bakma çocuğun, kafası başka yerde galiba. Bir türlü veremedi kendini işine. Kovayım diyorum, kıyamıyorum bir türlü. Çok çalışkan, çok da becerikli... Ama sabrımı taşırmaya başladı. Çok sorumsuzca davranıyor son zamanlarda. Neyse sıkmayım şimdi canını böyle şeylerle. Kahveni nasıl alırdın?”
“Teşekkür ederim Güngör Bey. Sade bir filtre kahve alıyım ben Muharrem. Yanına da şu karşıdaki pastaneden zeytinli poğaça alıver iki tane. Şuna bak saat kaç olmuş daha benim boğazımdan bir şey geçmedi.” demeyi ölesiye istememe rağmen, “Yok Güngör Bey ben bir şey almayım.” demeyi tercih ettim haksızlığımı kabullenmiş biri olarak. Gerçekten bir kahveye çok ihtiyacım vardı. Ama bu soru bütün arzumu alıp götürmeye yetmişti.
“O zaman benim odaya sade bir kahve, bir bardak da soğuk su, Emir Hazretleri için.” diyerek odasına yöneldi. Konuşmanın odasında devam edecek olması içimi biraz da olsa rahatlatmıştı. Ofistekiler sadece başlangıçla yetineceklerdi. Bu müsabakanın başka bir mekâna taşınmasına en çok da Barlas’ın içerlediğine adım gibi eminim. Ofise girişimden sonra kısa zamanda göze girmeyi başarmam, firmaların reklam kampanyalarında birbirlerine beni referans olarak göstermeye başlaması, benden çok fazla olmasa da kıdemli Barlas’ı çıldırtmaya yetmişti. Ofiste yönetimsel bir hiyerarşi yoktu, dolayısıyla rekabete de hiç gerek yoktu. Ama bu Barlas’ın karakterinde var. Kapıya doğru yürürken önce çıkmak bile onun için bir galibiyet adeta.
“Sabahları ne yaptığını merak etmeye başladım.” diye söze girdi koltuğuna kurulurken. “Bir haftadır düzenli olarak geç kalıyorsun. Anladık esnek çalışma saatleri verimliliğini arttırıyor. Ama burada senden başka çalışanların da olduğunu unutmamalısın. Bu konuyu en başında konuşmuştuk. İşlerini yaptığın sürece benim için bir sorun yok. Ama unutma, şu kapının ardındaki insanları da düşünmeliyim. Seni kayırdığım bir gerçek, ama bunu onların kendi aralarında dillendirmeleri ofis için hiç hayırlı olmaz. Daha dikkatli ol bundan sonra.” Güngör Bey’in sözü Muharrem’in kahveyi getirmesiyle kesildi. İlk yudumu aldıktan sonra kısa bir süreliğine dünyasının değiştiğine yemin edebilirim. Güzel bir orta şekerli Türk kahvesi Güngör Bey’in en zayıf noktasıydı sanırım. Bu değişim konuşmasının devamına da yansıdı.
“Seda Hanım’ı hatırlıyor musun?”
Azarımın biteceğini hissetmiştim ama bu kadar hızlı bir konu değişikliğini beklemiyordum doğrusu. “Hatırlıyorum efendim.” derken bir yandan da hafızamın derinliklerinde Seda Hanım’ı aramaya başlamıştım. Şu an için herhangi bir olumsuz cevap verme lüksüm yoktu çünkü. “İşten de uzaklaşıyorsun yavaş yavaş. Müşterilerimizin isimlerini unutmaya başlamışsın baksana.” tepkisiyle karşılaşmak istememiştim bir an. Gerçi şu an için müşterimiz olup olmadığını da bilmiyordum ama elbet birazdan Güngör Bey ihtiyacım olan bilgileri verecekti.
“Bugün öğleden sonra Seda Hanım’la bir görüşmem var. Senin gitmeni istiyorum.”
İkinci kez adını duymak işe yaramıştı kim olduğunu anımsamama. Seda Hanım, ofise ilk girdiğim günlerde, markasının yeni reklam kampanyasını bizim yürütmemizi istemişti. Sahibi olduğu firma sadece Türkiye’de değil, dünyanın birçok ülkesinde bilinen ve rağbet gören bir iç çamaşırı markasıydı. Konu iç çamaşırı olunca, kampanya süresince ofiste çok gayri ciddi bir hava esmişti haliyle. Bırakılan örnek ürünlerle ilgili yapılan şakalar, hemen hemen her gün yenilenen gündemleriyle kadın-erkek tartışmaları, krize dönüşen kahkahalar o günlerden aklımda kalan birkaç ayrıntı sadece.
“ Ama efendim sizinle görüşmek istemiş. Ben gidince bir problem olmayacağına emin misiniz?”
“ Aa yok emin değilim. Sen şimdi çık ben bu konuyu biraz daha düşüneyim en iyisi Emirciğim. Seni de odaya kadar yordum kusura bakma.”
Sinirinin bu kadar kolay geçmesinde bir gariplik vardı zaten.
“Benim gitmem gerekse bunu bilirim herhalde değil mi? Eski reklam kampanyasıyla ilgili hazırladığımız dosyaları istiyor. Benim oğlanın okuluna gitmem gerekiyor. Hocası acil çağırmış. Bu sefer ne haltlar yedi kim bilir. ”
Anlaşılması zor bir kadındı Seda Hanım. Klasik modacı tavırları da denebilir. Hiçbir şeyi beğenmeme, beğendiğini de “Eh işte, fena değil.” kalıplarıyla belli etme, insanları küçümseme ve daha bunun gibi küçük ama sinir bozucu birçok özelliğe sahipti. Diğer modacılardan en büyük farkı çok genç olmasıydı. Kendi defilelerinin finallerini, tanıtımı yapılan kreasyonunun en seçkin ürünüyle kendisi yapardı. Fiziğine, güzelliğine güvenmekte sonuna kadar haklıydı. Seda Hanım’ı “Seda Hanım” yapan her özellik onunla birlikte çalışmayı zorlaştırıyordu kısacası.
“Benim yerime senin gideceğini söyledim ben zaten.” Emir Bey çoktan çantasını toplamış, paltosunu giymişti.
“Ha unutmadan, Seda Hanım’a tam yetkili olduğunu söyledim. Yani her şeyi konuşabilir, hazırlıklı ol. Bu kadından aldığımız ilk iş bizi nerelere taşıdı görüyorsun. Yeni bir anlaşmayla falan gelecek olursan belki seni ortak yaparım, belli mi olur. Hadi kolay gelsin.” Sadece kapıdan çıkarken söylediği şu sözler bile görüşme boyunca elimin ayağıma dolaşması için yeterliydi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder