28 Ekim 2009 Çarşamba

Deneme 1 - Bölüm 11

“Gel gel, biz de tam senden bahsediyorduk. Nerdesin oğlum? Kaç saat oldu yoksun ortalarda. Bir an hiç gelmeyeceksin sandım.”

Suat'ın kireçten farkı olmayan yüzü bu soruyla bir kat daha beyaza boyandı.

“Geleceğimi söylememiştim ki. Neden beni bekliyordun? Hayırdır, birşey mi oldu? Kimle benden bahsediyorsunuz?”


Sükunetini korumaya çalışsa da, sözlerini bölen yutkunmalardan, heyecanı fazlasıyla anlaşılıyordu. Nereden haberi olmuş olabilirdi ki? Emir'in gülmesiyle komplo teorilerine ara verdi.

“Sen geleceğini hiç bir zaman söylemedin ki. Ama arayı uzattın bu sefer. Artık bir yerden sonra ister istemez seni bekliyorum. Dur bir dakika, sende bir gariplik var. Nefes nefesesin resmen. Naaptın oğlum, koşarak falan mı geldin?”

Renk vermemeye mi çalışıyordu, yoksa gerçekten hiçbir şeyden haberi yok muydu? Suratından bunları anlamak çok zordu. Şu an için Emir'in mimiklerine güvenmek, dönüşü olmayan hatalara yol açabilirdi. Bir an için gözü kapının kenarında duran bir çift ayakkabıya takıldı. Evde bir kadın vardı. Yoksa Seda Hanım burada mıydı? Bu düşük ihtimal bile titremesine yetti. Çünkü bu tam anlamıyla gökte ararken yerde bulmak olacaktı Suat için. Buraya sadece kadınla ilgili herhangi bir bilgi alabilme umuduyla gelmişti. Şimdi kısa yoldan aradığına kavuşsa her şey çok daha kolay olacaktı. Ama karşısındaki adamın Emir olduğu gerçeği kapı eşiğinde soğukça çarptı yüzüne. Gözü, işi ve sevdiğinden başkasını görmeyen adamın evinde başka bir kadın arayışı içinde olmak çok saçmaydı. Ne fırsatlar sunmuştu zamanında bu garibanın önüne de, elinin tersiyle itivermişti. Kesin Ceren'di içerideki de zaten. Emir'in sorusuyla gerçek dünyaya dönebildi tekrar.

“Oğlum bir cevap versene, nooldu sana?”

“ Yok bir şey abi. Sokağın başından beri düştü peşime bir köpek. Apartmandan içeri girene kadar aklım çıktı. Kusura bakma bu saatte de rahatsız ediyorum ama. Misafirin var galiba. Neyse ben sonra uğrarım tekrar.”


“ Suat sen iyi misin? Daha doğrusu Suat bu sen misin? Yoksa yolda gelirken İstanbul beyefendisi falan mı yedin? Gecenin kaçı olmuş kapımı çalıyorsun, sonra ettiğin lafa bak. Geç içeri hadi, kazık çaktın kapının önüne. Bugünü davetsiz misafirler günü ilan ettim zaten.”

Salondan içeri adımını attığı anda gözleri Seda Hanım'la buluşuverdi Suat'ın. Normal bir zamanda karşılaşsaydı bu sahneyle, ağzı kulaklarına varır, yerde gecelikle oturarak şarap içen kadının yanına bir sırtlan edasıyla süzülür ve Emir’in gecesini berbat ederdi. Ama bakışlarını Seda Hanım’ın suratına kenetlediği için hiçbir detayı fark edememişti. Allah’tan başka bir şey dileseydim o da olurdu herhalde diye geçirdi o an içinden. Ama öyle bir lüksü olmadığının fazlasıyla farkındaydı. Planının yolunda gitmesi için hiç renk vermemesi gerekiyordu. Tabi önce bir plan hazırlamalıydı en acilinden. Öncelikle Emir’den kurtulmalıyım diye düşündü, ki bir de onunla uğraşmak zorunda kalmasın.

Seda Hanım tarafında da pek farklı bir hal yoktu. Karşısındaki adamın bu gece yaşadığı olaylarla ilgisi olmaması için dua ediyordu sadece. Pek fazla alternatifi olduğu da söylenemezdi. Daha önce de tehlikeli anları olmuştu. Ama onların hepsi o istediği içindi. İstediği zaman son verebileceği, sadece adrenalinin verdiği hazzı yaşamak için oynadığı küçük parodiler de denebilirdi. Bu sefer durum çok farklıydı. Canı istediği anda “Kestik!” diyebilecek yönetmenlik makamından çok uzaktı.

Suat sükunetini korumaya çalışarak salona girdi, Seda Hanım’a başıyla selam vererek koltuğa geçti. Emir bu yaptğını görseydi bir anormallik olduğunu hemen fark ederdi. Ama ayakkabısını kapının önünde bırakarak onu bir süre holde oyalamayı başarmıştı farkında olmadan. Ayakkabıları içeri aldıktan sonra misafirlerine katıldı. Emir salondaki gerginliği anlamamıştı, ama Suat’ın koltuğun kenarına ilişmiş uslu çocuk hallerini garipsemişti.

“Tanışmışsınızdır muhtemelen, yani Suat tanışmadan bırakmaz. Ama ben gene de görevimi yerine getireyim. Seda Hanım, bu Suat, size bahsettiğim tehlikeli arkadaş. Suat, Seda Hanım ofisimizin kıymetli müşterilerinden.”

İkisi de memnuniyetlerini dile getirdiler fazla göz göze gelmemeye gayret ederek. Titreyen telefonu Suat’ı kendine getirdi. Güngör Bey'in sabrı belki de çoktan tükenmişti. Artık harekete geçme zamanı gelmişti. Bu psikolojik savaş biraz daha devam ederse açık verebilirdi. Daha kötüsü, Selen’i kaybedebilirdi. Daha fazla zaman kaybetmeden aklına gelen ilk planı uygulamaya koydu.

“ Abi koşmaktan dilim damağıma yapıştı. Bir bardak su verebilir misin?”

“Çakala bak. Evi benden daha fazla kullanıyor. Kızın yanında kibar misafir pozları veriyor aklınca. Neyse bozmayım durumu. Nasıl olsa ben içeri gittiğimde Seda Hanım ona hayatının hayal kırıklığını yaşatır.” diye geçirdi içinden. Yüzüne de sinsi bir gülümseme yerleştirdi bu düşünce.

“ Hemen getiriyorum canım kardeşim.” diyerek ayrıldı yanlarından. Mutfakta içeride olanların hayaliyle keyiften dört köşe olarak aldı sürahiyi eline. Bardak dolmak üzereyken içeriden kapı çaldı.

“ İşte bir beklenmeyen daha. Kendi aramızda bahis mi oynasak acaba gelenlerin kimliği üzerine?” Kapıya doğru ilerlerken içeriden neden hiç tepki gelmediğini düşündü. Seda Hanım’ın isyan etmesi için otuz saniye vermişti kendi kendine. Demek ki sandığından daha dayanıklıydı. Kapıyı açtığında karşılaştığı manzara bütün mizah anlayışını alıp götürdü.

“Ne oldu sana? Şeyy..”

“Selen. Suat burda mı?”

“Burda burda. Geç içeri.” Kız ayakta zor duruyordu. Suratının hali hiç iç açıcı değildi. Emir hayatında bu kadar hareketli bir kabus bile görmediğini düşünürken kıza destek olması gerektiğini farketti.

“Suat bir baksana buraya.” derken kızın koluna girmiş onu salona götürüyordu. Suat’ın meşgul olduğunu ise içeri girdiğinde farketti. Karşılaştığı sahne karşısında şaşıramadı bile. Çünkü bu gece normal şeyler olması artık anormaldi. Suat Seda Hanım’ın arkasına geçmiş, silahı kafasına dayamış bir şekilde karşıladı onları. Kelimeler sahayı çoktan terketmiş, kalp atışları ile nefes alışverişlerinin kıyasıya mücadelesi başlamıştı.

9 Temmuz 2009 Perşembe

Deneme 1 - Bölüm 10

Seda Hanım nerde dedim sana!
Güngör Bey elindeki silahın horozunu da çekmişti şimdi.
-Bilmiyorum, ben... Ben tam onu getiriyordum ki apartmandan bir adam daha çıktı. Sonra o... Kaçtı... Bilmiyorum...
-Kaçtı demek. E tamam o zaman, şu güzel sevgiline elveda deme zamanı geldi.
Güngör Bey silahını aldı, Selen'in yanına gitti, namluyu kafasına dayadı. Suat ne yapacağını bilemez halde olanları izliyordu. Düşünmeye başladı, ne yapabilirdi ? Seda Hanım gecenin bu saatinde nereye gitmiş olabilirdi. Bir taksiye bindiğini görmüştü ama plakasını alamamıştı. Delirmek üzereydi. Sevgilisi karşısında, yüzünden kanlar akarak, çaresizce ona bakıyordu. Hemen bir şeyler yapmalıydı...
Aklına Emir geldi...
-Emir! Evet Seda Hanım'ı bulabilirim. Emir mutlaka yerini biliyordur. Beraber çalışmıyorlar mıydı zaten? Evet, kalkıp Emir'e giderim şimdi. Bir bahane uydurup mutlaka öğrenirim yerini. O silahı bırakın artık ne olur! Bana biraz süre verin, bulacağım Seda'yı !
Güngör Bey derin bir nefes aldı. Emir, yüz ifadelerini çözmeye çalışıyor ama yapamıyordu.Gözlerini kapattı. Açtığında Güngör Bey'i elinde silah, yatağın kenarındaki koltuğa otururken buldu.
-Sana süre vermiyorum. Hiç belli olmaz. Sevgilini 5 saat sonra da öldürebilirim, 1 saat sonra da. O yüzden ne kadar çabuk bulursan şu Seda'yı, o kadar iyi.
-Tamam, merak etmeyin en kısa zamanda bulup getireceğim.
Tam sevgilisinin yanına gidip her şeyin düzeleceğini söyleyecekti ki Güngör Bey yine doğrulttu silahını ve kapıyı gösterdi.
Hemen yola çıktı. Ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri yoktu aslında. Evet Emir'le beraber çalışıyorlardı ama belki de sadece profesyonel bir iş ilişkisiydi onlarınki. Yoldayken birkaç defa Emir'i aradı ama açılmadı telefon. Tabii, adam haklı olarak uyuyordu bu saatte. Şimdi kapısına gitse ne söyleyecekti ki? Patronun Seda Hanım'ı kaçırmak için beni tuttu. Ben de kadını elimden kaçırdım da nerededir diye bir sana sorayım dedim de diyemezdi ki. Ya yerini söylemeyi reddederse, Emir'e karşı kaba kuvvet kullanabilecek miydi? Evet kullanacaktı. Çünkü işin ucunda ölüm vardı.
Emir'in kapısına vardığında bir süre bekledi. Telefonuna baktı, Güngör Bey tam yedi kez aramıştı. Şimdi açamazdı. Zili çaldı.

* * *
Güngör Bey arada bir mutfağa gidip bir şeyler yapıyor. Sonra tekrar odaya dönüyor ve Selen'le konuşuyor, deyim yerindeyse onu kelimelerle taciz ediyordu. Selen sakinliğini korumaya çalışıyor ve kurtulmak için bir yol arıyordu durmadan. Ellerindeki bağı tam çözmek üzereyken hep yeni bir düğüm oluyordu. Tam çözecekti ki Güngör Bey tekrar odaya döndü. Düşünceli ve sabırsızdı. Telefonu çaldı, tekrar mutfağa döndü ve konuşmaya başladı. Bu sırada Selen ellerindeki bağı çözdü, sonra ayaklarındakileri. Yavaşça mutfağa doğru gitmeye başladı. Ayakları uyuşmuştu, zorlukla yürüyordu. Kapının yanındaki sehpanın üstünde duran içki şişesini aldı, Güngör Bey'in arkasına sessizce yaklaştı ve var gücüyle şişeyi kafasına indirdi. Gözlerini açtığında Güngör Bey yerde kanlar içindeydi. İlk önce ne yapacağını bilemedi. Kendine geldikten sonra hemen Güngör Bey'in telefonunu alıp Suat'ı aramaya başladı. Cevap yoktu. Hemen evden dışarı çıktı. Yoldan geçen ilk taksiyi durdurdu ve taksiciye Emir'in ev adresini söyledi.

6 Haziran 2009 Cumartesi

Deneme 1 - Bölüm 9

"Seda Hanım bütün bunlar iyi hoş da.."
"Seda. Bugünlük sadece Seda’yım." Tedirginliğim artık yerini sinire bırakmaya başlamıştı.
“Peki o zaman. Madem bugünlük sadece Seda’sın, o zaman iyi dinle beni şimdi. Gecenin bir yarısı ölüyorum diye arayıp, sonra da yarı çıplak, üstelik sarhoş bir şekilde kapıma dayanmanın hiç bir mantıklı açıklaması olamaz. Ki zaten şu ana kadar söylediklerin de beni haklı çıkarmak için yeter de artar bile. Ne yapmaya çalıştığın hakkında inan bir fikrim yok. Açıkçası çok da ilgilenmiyorum artık. Anlattıklarına inanmadığımı söylememe gerek yok herhalde. Gerçi hakkında duyduklarımı düşününce senin başına böyle, sıra dışının da ötesinde olaylar gelmesi çok uzak değil. Ama gene de inanmıyorum. Bu evin kapısını çalmak için daha basit, daha sade sebepler beklerdim senden. Beni hayal kırıklığına uğrattın. Kafana taktığın her erkek için bu kadar düşünüyor musun? Eğer öyleyse tebrik ediyorum gerçekten, çünkü bu cidden çok zor olmalı. Ne yapmaya çalışıyorsun? Burada ne işin var? Ölüme bu kadar yaklaştıysan eğer bu kadar kısa zamanda hayatına dönmene inanmamı nasıl bekleyebiliyorsun? Dur ben en iyisi senin için tek bir soruda toparlayayım durumu: Neyin peşindesin?”
Nefesim konuşmamla eş zamanlı bittiği için minnettardım. Yoksa en ufak bir kesinti beni gerçek dünyaya döndürebilirdi. Ve onun karşısında bu ruh haline bir daha ne zaman dönebilirdim gerçekten bilmiyordum.
Tabi ki de etkilendiğine dair en ufak bir işaret yoktu. Şaşkın bir bakış, ağzının açık kalması, çatılmış kaşlar, hırstan sıkılmış yumruklar, gözlerinden süzülen birkaç damla yaş… Bunlar fazla sıradan şeylerdi. Ama söylediklerime karşı bu denli kayıtsız kalması, onu gözümde fazla büyütmüş olduğumu hissettirdi. Bu muydu yani? Yüksek sesle söylenen kararlı birkaç cümle yeterli miydi o görkemin yok olması için? Hayal kırıklığına uğramış gibiydim. Bütün bu olanların arasında bir efsanenin çöküşü üzerine teoriler üretip analiz yapabilmem de, olaylardan bir anda ne kadar uzaklaştığımın göstergesiydi. Yanında geçirdiğim her saniye dengesizliği bulaşıyordu adeta.
Cevap vermeye niyeti yok gibiydi. Kadehleri doldururken de çok sakin görünüyordu. Beni neyin beklediğini merak ederken kolumdan çekip yanına oturttu. Aslında düşürdü demek daha doğru olur, çünkü beklemediğim bir hareketti. Kadehlerden birini elime tutuşturdu. Konuşmadan şarabını yudumlamaya başladı. Suskunluğu kafamda yeni sorular oluşmasına sebep oluyordu, ve bu durum artık iyiden iyiye canımı sıkmaya başlamıştı. Yeni bir isyanın eşiğindeydim ki zamansız kahkahası her şeyi dağıttı.
“Bence iyi bir reklamcı değilsin sen. Sadece şanslısın. Karşına hep ne istediği belli, talepleri net müşteriler çıkmış. Bu da senin ekmeğine yağ sürmüş. Şu haline bakılırsa, aklındakileri kelimeye dökmeyen, istediklerini söylemeyi değil duymayı tercih eden ilk müşteride kapının önüne koyulacaksın.”
“O yüzden mi ikinci kez kapımızı çaldın? Bütün dergilerin sayfalarında yer almasını uygun gördüğün reklam kampanyası kimin fikriydi acaba?”
“Ofiste daha çok yeni olduğu için patronunun, fikrinin üzerine yatmasına izin veren bir korkağın fikriydi. Hatırlatmalara ihtiyacım yok. Neyi kimin hazırladığını biliyorum. Hatta şöyle söyleyim, ‘Acaba bunu da biliyor mu?’ diye aklından geçen her şeyi biliyorum. Sadece seninle ilgili hazırlattığım raporu okusan kendini yeniden keşfedersin bence.”
“Neden peki? Ne gerek var bütün bunlara? Beni benden iyi tanıman sana, ya da markana ne kazandırabilir?”
“Peki bu soruların cevabını bilmek sana ne kazandırır? Bak, bütün bunların cevabını bulsan bile, kontrolü eline alamazsın. Sadece sen değil, hiç kimse yapamaz bunu.”
“Kontrol mü? Kafanda kurduğun küçük dünyada alışmışsın etrafındakileri piyon yapmaya. Herkes istediğin zaman istediğin yerde olsun istiyorsun. Ve görüyorum ki bunun için hiçbir masraftan kaçınmıyorsun. Hastasın sen!”
Yanından kalkmak için doğruluyordum ki hiç beklemediğim bir şekilde kendine çekti beni. Kadehimin devrilmesiyle pek ilgilenemedim, yüzümde dolaşan nefesi fazlasıyla dikkatimi dağıtıyordu. Galiba haklıydı, kontrolü ondan almak imkansızdı. Dudaklarına bu kadar yakınken onu öpmek için ilk hamleyi hala ondan bekliyor olmam bile yeterli bir kanıttı. Her şey, ama her şey birer birer çıkıp gidiyordu sanki hayatımdan. Aklımda yer etmiş, bana dair, hayatıma ait ne varsa Seda’yla yer değiştiriyordu. Nefesinin etkisi buysa, devamında olacaklar muhtemelen aklımı kaybetmeme sebep olacaktı.
Kapının zili beni bu ağır hipnozdan kurtarmaya yetmedi elbette. Bir anda yerimden kalkmasaydım eğer, kaçmasaydım yani, eminim ses azalarak kaybolacaktı kulaklarımda. Neyse ki son gücümle uzaklaşmayı başarabildim. Kapıya doğru ilerlerken arkamdan seslendi:
“Emir bu gece olanların hiç birini ben kurmadım. Anlattıklarımın hepsi doğruydu.” Dönüp baktığımda gördüğüm Seda, biraz önceki büyücüden çok farklıydı. Güçlü kadın imajından fazlasıyla uzaktı. Sesindeki tedirginlik kapıdan ilk girdiği anki gibiydi. “Bana inanmak zorundasın, çünkü şu an o kapının arkasında her ne varsa beni korkutuyor.”
Mercekten Suat’ın yüzünü görünce güldüm. Normalde, uzmanlığı zamansız gelmeler üzerine olan arkadaşımın böyle anlarda yüzümü güldürmeyi başarabilmesi imkansıza yakındır. Fakat Suat ve korkunçluk kelimesinin dünya üzerinde buluşması sabah sabah neşemi yerine getirmişti.
“Bence de korkmalısın. Kapının arkasında tahmin ettiğinden de fazla tehlikeli bir adam var şu anda çünkü. Ha bu arada küçük bir hatırlatma, her ne kadar hatırlatmaları sevmesen de. Görüntüsü seni şaşırtmasın. O her ne yapıyorsa, bunu gizlemek için de bir o kadar farklı bir insanmış gibi yaşıyor.” dedim ve kapıyı açtım.

21 Mayıs 2009 Perşembe

Deneme 1 - Bölüm 8

Saat tam 06.12’ydi…
Seda Hanım salonumun ortasında, elinde iki kadehle oturuyordu. Hayır, lafın gelişi değil, gerçekten salonumun tam ortasına, sehpanın yanına, yere oturmuştu. Suratındaki makyaj çoktan dağılmış, göz kenarlarındaki kırışıklıklar belli olmaya başlamıştı. Üstündeki elbiseye daha dikkatli baktım. Gerçekten bu elbiseyle dışarıda mı dolaşmıştı? Kıpkırmızı, ince askılı, göğüslerinin boyutu hakkında neredeyse kesin bir bilgiye ulaşabileceğiniz dekolteye sahip bir elbise… Sakin olmaya çalışıyordum. Derin bir nefes aldım. Gözlerimi daha aşağıya kaydırdığım zaman anladım ki bu bir elbise değildi. Seda Hanım, benim evime, sabaha karşı, sarhoş ve üstünde bir gecelikle gelmişti…
Kendime gelmem zor oldu. Seda Hanım buraya neden ve nasıl gelmişti? Hani bu kadını öldürmek üzerelerdi? İlk önce bu soruların cevabını almalıydım…
-Seda Hanım nasıl geldiniz buraya, bu saatte, bu halde, hani siz öldürülmek üzereydiniz. Toparlanıp bir anlatsanız diyorum.
-“Aslında iki şişe getirecektim ama birini vermek zorunda kaldım.” dedi ağlayarak…


* * *


Suat evinin kapısını büyük bir sinirle açtı ve banyoya doğru ilerledi. Elindeki çantayı vestiyere doğru fırlattı. Tam banyoya girerken kapının girişindeki çamur izine takıldı gözü. Büyük numaralı bir ayakkabı izine benziyordu. Evde yalnız olmadığını anladı…
Elindeki silahın tetiğini yavaşça çekti. Salona doğru ilerlemeye başladı. Koridorda ilerlerken bir ses duyma ümidiyle biraz bekledi. Fakat hiçbir ses duyulmuyordu. Acaba eve hırsız girmiş ve alacağı bir şey bulamayınca da çıkmış mıydı? Yine de dikkatli olmalıydı. Bu aralar hiçbir yer onun için güvenli değildi.
Tam salona girdiği an gördüğü manzara karşısında kanı dondu…


* * *


-Seda Hanım bırakın şimdi şarap şişesini falan! Lütfen kendiniz gelin ve neler olduğunu anlatın bana!
-Of Emir ne kadar da sıkıcı bir insanmışsın sen ya! Ne kadar eğlenmiştim hâlbuki restoranda seninle vakit geçirirken! Böyle güzel bir hanım, elinde içki kadehleriyle evine geliyor ve sen mantıklı cevaplar istiyorsun, tamam vereyim mantıklı cevaplarını sana!
Böylesine sert bir çıkış beklemiyordum. Az önceki sarhoş kadın gitmiş, otoriter Seda Hanım geri gelmişti.
-Dinliyorum sizi Seda Hanım. Ama birazcık daha sakin olursanız iyi olur. Alt komşum biraz huysuzdur da… Bir de bu saatte polislerle uğraşmasak iyi olur.
-Tamam, sakin oluyorum. Senle yemek yedikten sonra eve dönmeye karar verdim. Yalnız başıma tabii… Beni eve bırakmak zahmetinde bile bulunmadın çünkü. Neyse bu centilmen olmayan tavrını bir kenara bırakalım. Eve girdim, çizimlerimle uğraştım biraz. Uyuyakalmışım sonra, uyandığımda akşam olmuştu. Ben de bir şişe şarap açtım kendime. İçmeye başladım. Bir ara pencereden dışarıya baktım, karşıdan biri beni izliyordu sanki, tam pencereye çıktığım an da saklandı gibi geldi. Üstünde fazla durmadım tabii, kafam güzel, ondandır diye düşündüm. Allah kahretsin ki şu alkolle aram hiç iyi olmadı benim! Hemen etkileniyorum. Neyse, sonra sen aklıma geldin. Bugünkü o kibirli halin, benden hiç etkilenmemiş gibi görünmen, sinirimi, alkol de sağ olsun, daha da fazla arttırdı ve yanına gelmeye karar verdim. Evini nasıl bulduğumu soruyorsun, ben bütün çalışanlarımın nerde oturduklarını, telefon numaralarını, hatta medeni hallerini bile bilirim!
“E iyi de ben sizin için çalışmıyorum” diyecektim ama korktum…
Ya bu kadın az önce sarhoş görünmüyor muydu? Alkolden de çabuk etkileniyormuş. Ama kurduğu cümleler, birkaç tekleme dışında gayet iyiydi. Gerçi önüne bakarak, kısık bir sesle konuşuyordu, bazen deliriyordu ama kesinlikle sarhoş değildi.
-Önce adresini buldum, bir kâğıda yazdım. Sonra gidip bir şişe şarap daha aldım, üzerime hemen bir elbise geçirdim ve aşağıya indim. Tam dışarı çıktım ki bir adam bana doğru ilerlemeye başladı. Adımın Seda olup olmadığını sordu ben de evet dedim. İşte tam o an kolumdan tutup sürüklemeye başladı beni. Bağırmaya başladım. Ben bağırınca silahını çıkardı ve bana doğrulttu. O an nasıl yaptım bilemiyorum ama adamın kolundan kurtulup bağırmaya ve tekrar apartmanın içine doğru koşmaya başladım. Tam merdivenleri çıkarken yine yakaladı beni. Hemen dışarı çıkardı. Sağ olsun arkamızdan apartman görevlisi koştu geldi. Beni o halde görünce adamla kavga etmeye başladılar. Adam bağıra çağıra silahını bir görevliye bir de bana doğrultup duruyordu. İşte o an seni aradım. Çok korkmuştum. Tam olanları anlatacaktım ki şarjım bitti.
Duyduklarım artık ağır gelmeye başlamıştı. Kanepeme oturdum.
-Adamlar yumruk yumruğa kavga etmeye başlamıştı. Korkudan ne yapacağımı bilemiyordum. Hemen yoldan geçen bir taksiyi durdurdum ve bindim. Şoföre adresinin yazılı olduğu kâğıdı verdim. O kadar korkmuştum ki hala titriyordum. Belki bir işe yarar diye elimdeki şişelerden birini açtım ve içmeye başladım. Tam evin önüne geldik ki çantamın yanımda olmadığını fark ettim, adam beni sürüklerken düşürmüştüm herhalde. Taksiciye elimdeki şarap şişelerinden birini uzattım. Yanımda paramın olmadığını, bunun da çok pahalı bir şarap olduğunu, ücreti fazlasıyla karşılayacağını söyledim. Adam tabii nerden bilsin iyi şarabı, salak salak bakmaya başladı bana. Kafam çok iyi olmuştu, arabadan indim, üstümdeki elbiseyi çıkardım, adama verdim. Adamı aptallaştırmak için başka çarem yoktu. O arkamdan bakarken ben de sizin apartmana girdim ve kapıyı çaldım. Allah kahretsin ki sen bu soruları sorana kadar sarhoşluktan hepsini unutmak üzereydim! Ne vardı beni kendime getirecek!
İnanması çok güç olsa da galiba doğruyu söylüyordu.


* * *


Suat yavaşça silahını indirdi.
Salonun köşesinde sevgilisi elleri ve ayakları bağlanmış bir şekilde yatıyordu. Yüzünden kanlar akıyor, sağ gözünün şişliğinden ötürü gözünü açamıyor, kafasını kaldırıp zorla Suat’a bakmaya çalışıyordu. Suat tam sevgilisinin yanına gidecekti ki arkasında bir ses duydu. Kafasında da buz gibi bir soğukluk… Bu soğukluğun silah olduğunu anlaması fazla uzun sürmedi. Arkasını döndü…
“Seda Hanım nerede?”
Sorunun sahibi, karşısında tetiği çekmiş onu öldürmek üzere olan kişi, Güngör Bey’di…

15 Mayıs 2009 Cuma

Deneme 1 - Bölüm 7

Böyle zamanlarda ne yapılır ki? Daha önce de yardım istemek için arayanlar olmuştu ama bu benim için yepyeni bir deneyimdi. Para istersin anlarım. Ofiste bir aksilik olmuştur, ona da tamam. Canın birşeye sıkılmıştır, hadi ona da eyvallah. Ama saat kaç olmuş, insan biraz düşünür. En azından sabahı bekler. Uykuya dalalı şunun şurasında en fazla iki saat oldu. Kaldı ki yakının bile değilim. Bugünki görüşmemizden önce kayda değer bir muhabbetimiz olmadı. Yani şu mesafede olduğun birini ölecek olsan bu kadar geç aramazsın. Ölecek mi? Sahi ne dedi bu kadın biraz önce telefonda? Öldürüleceğini söyledi galiba.
Cümleyi idrak etmemle yataktan sıçramam arasında bir saniye ya var ya yoktu. Gerçekten böyle birşey olabilir miydi? Yok canım, hiç sanmam. Kesin ofistekilerden biri şu an yaptığı şakanın tadını çıkarıyordur evinde. Yarını bekleyemediler görüşme hakkında geyik yapmak için. Ama ya gerçekten arayan oysa ve başı beladaysa? Peki o zaman şimdi ne yapmam gerekiyor? Geri mi aramalıyım, yoksa polisi durumdan haberdar mı etmeliyim? Allah’ım lütfen şu kafa üstünde yanan ampüllerden bir tane de bana nasip et şu an. Ya da en acilinden Hızır’la bir görüşme...
Soruların içinde ilahi yardımımı beklerken çalan kapı zili, beni gerçek dünyaya döndürdü anında. O durumda görmek istediğim en son insan Suat ve suratı takı dükkanına benzeyen sevgilisiydi. Her zamansız kapı çalışını Suat’a mal ederek haksızlık mı yapıyorum acaba çocuğa? Az bile yapıyorum, kapı zilimin başına işçi tutsam onun kadar çok çalamaz heralde.
Suat tek ihtimal değildi tabi ki o anda. Belki de sorularımın cevabı gelmişti. Bu düşünce beni bir anda kapıya yöneltti. Ama tam koridorun sonuna geldiğimde içimi tarifsiz bir korku sardı. Ya bela geliyorum dediyse? Kapıyı açar açmaz alnıma doğrultulmuş namlunun ardından gelen “Nerde o?” sorusuna kekeleyerek bile cevap veremez, muhtemelen düşer bayılırdım. Yok artık daha neler. Aksiyon dolu Hollywood sahnelerini bir kenara bırakıp kapının arkasındakinin kimliğini sormaya karar verdim. Seda Hanım’ın “Benim, Seda. Emir lütfen aç artık şu kapıyı.” demesi istemsiz olarak kapı kolunu çevirmeme yetti. Sesindeki titreme bile kalp krizi sebebiydi benim için.
Beklediğim sahneyle karşılaştığım arasında on fark say deseler, dilim tutulduğu için ağzımı bile açamazdım. Her tarafı kan içerisinde bir Seda Hanım’dı görmekten korktuğum. Oysa kırmızılık sadece dudaklarındaydı o haddinden fazla çekici tonuyla. Üstü başı yırtılmış, toz ve çamur içindedir diye düşünmüştüm. Üzerindeki kıyafetin yırtılmasına gerek yoktu. Zaten en fazla bu hale gelebilirdi. Bu kadar dekolte kıyafetleri hangi cesur kadınlar satın alıp giyebiliyor diye merak etmeme de gerek kalmadı artık. Kontrolünü kaybetmiş, heyecandan ölmek üzere bir Seda Hanım da yoktu tahmin edileceği üzere. Kontrolden söz etmek pek mümkün değildi belki, ama bunun sebebi heyecan değil, elinde tuttuğu yarıya inmiş şarap şişesiydi büyük ihtimalle.
“Kimse Bourgogne içmeden benim masamdan kalkamaz.” diyerek başladı söze. “Hele ki şişenin üzerindeki tarih 78’i gösterirken.” Cümlesi salonun ortasında bitti. “Saygısızlık etmek istemem ama beklentilerimi karşılayabilecek kadehlere sahip olup olmadığını bilmediğim için hazırlıklı geldim.” dedi elindeki kadehleri ve şişeyi sehpaya bırakırken. Ben hala kapının dibinde, yere çakılmışçasına hareketsiz bir şekilde onu izliyordum.
-Evimi nasıl buldunuz?
Sorabileceğim onca soru arasından seçimi tam benim şapşallığımı yansıtıyordu o an için.
-Öğrenmek istedim, ve buldum.
Zaten ondan mantıklı ve tatmin edici bir cevap beklemek abes olurdu. Hayatı, sadece istediklerini yapmaktan ve elde etmekten ibaret bir kadındı en nihayetinde. Benim bütün şaşkınlığıma aldırmadan sanki her şey olması gerektiğiymiş gibi davranması da bu gerçeğin kanıtıydı. Peki ama bütün bunların anlamı neydi? Telefonda başlayan oyun her geçen dakika bir öncekinden daha ilginç bir hale geliyordu. Ve salondan gelen ses, adeta yeni bölümü haber veriyordu:
- Hadi artık nerde kaldı tirbüşon?

8 Mayıs 2009 Cuma

Deneme 1 - Bölüm 6

-Ne yapıyorsun lan sen benim evimde!
-Gel abi gel içeriye bak seni kiminle tanıştıracağım.
Pişkinliğin son noktası… Ulan sanki senin evin de ben misafirliğe geliyorum. Ben adama sinirlenmişim, kapının eşiğinde bağırıyorum, ama o gayet sakin, beni biriyle tanıştıracakmış. Kolumdan tutup sürükledi beni.
İçeride, oturmaya kıyamadığım beyaz kanepenin üstünde pizza kutuları, yerlerde devrilmiş, kimisinin içi hala dolu olan bira şişeleri… Üstelik bunca pislikle kalmamışlar bir de çekirdeklerin çöplerini bile yere atmışlar!
-Bak bu Selen, bu da en yakın arkadaşım Emir.
Suat’ın bu tanıştırma amaçlı cümlesiyle etrafa bakmayı bırakıp kendime geldim. Sadece bütün apartmanı değil aynı zamanda tüm mahalleyi oynatmaya yetebilecek bir seste müzik, bastığım her yerde fındık kabuğu, şarap lekesi – Suat, umarım yıllardır sakladığım o şarabı açmadın! - gibi daha nicesinin beni beklediği sürprizler, karşımda saçları simsiyah, yüzünde kaç adet piercing olduğunu saymaya çalıştığım ama bir türlü tam bir sonuca ulaşamadığım, çoktan kendini kaybetmiş, bir yandan dans ederken bir yandan da elini sıkmam için uzatmaya çalışan bir kız. Suat’ın yeni sevgilisi…
Sevgilisi mi? İnsan sevgi gibi güzel bir kelimeyi şu kıza bakarak nasıl söyleyebilir bilmiyorum. Öyledir ama gerçekten, kimisinin üstünde hiç durmaz böyle güzel şeyler. Ne yapar eder iterler bütün sevgileri. Pek de sevilmezler zaten. Şimdi şu kıza bakınca… Ne diyebilirim…
Suat’ın kolumu sıkmasıyla gerçek dünyaya dönüp – bugün ne kadar çok kendime getiriyor beni- kızın elini sıktım. Sıkmaya çalıştım. Aslında sıkamadım. Çünkü kız asla yerinde durmuyordu, müzikle alakasız bir sürü hareket yapıyordu karşımda, benim güzel evimde, salonumda, katil olmaya o kadar yakındım ki…
-Suat senle bir mutfağa geçebilir miyiz arkadaşım?
Sorunun vurgusu pek hoşuna gitmedi herhalde paşamızın. Salak salak suratıma bakıyor. Tutup kolundan attım mutfağa.
- Ne yaptığını sanıyorsun oğlum sen?
- Nasıl ama beğendin değil mi kızı?
Hayır, anlamazlıktan gelmiyor. Gerçekten anlamıyor. Yaptığı şeyler o kadar normal geliyor ki ona. Aşık ya bir de… Tamam, artık her şeyi yapmaya hakkı var onun. Kız arkadaşını evime getirebilir, ortalığı dağıtabilir, aşık çünkü. Ne kadar çok insan var aşkı böyle şeyler zanneden. Şöyle bir bakıyorum da Suat’ın pis suratına, bazılarına aşk gerçekten hiç yakışmıyor.
-Suat ağzından tek kelime çıkmadan beş dakika içinde bu evi terk ederseniz gerçekten seni öldürmeyeceğim.
-Abi ama neden öyle --
-Suat çık dışarı defol git bu evden! Adama bak ya hala konuşuyor utanmadan! Çık git!
Şaka olup olmadığını anlamak için yüzüme baktı uzun uzun. Hala şaka yapabileceğimi düşünüyor. Ben de artık nasıl bir sinirle baktıysam, resmen gözleri doldu adamın. Korktu benden galiba. Arkasını döndü “sevgili” sini çağırdı ve çıkıp gittiler.
Hemen içeri koşup müzik setini kapattım. O anki sessizlik. Huzur kelimesi tanımlanacaksa eğer, o ana denmeli. Saliha Hanım polisleri aradı mı acaba?
Etrafı toplamam tam üç saat sürdü. O kadar yoruldum ki oturma odasında uyuyakalmışım. Kalktım, saat çok geç olmuştu. Üstümü değiştirdim, dişlerimi fırçaladım. Bir duş alsam çok iyi olurdu ama hiç halim yoktu, kendimi yatağa attım. Tam uykuya dalacakken telefonum çalmaya başladı, sıçradım. Büyük bir sinirle telefonu elime aldım. Arayan Seda Hanım’dı. Saat sabahın dördü oluyordu. Büyük bir merakla açtım.
-Emir, birazdan beni öldürecekler!
Sonra, kapandı…

3 Mayıs 2009 Pazar

Deneme 1 - Bölüm 5

Restorandan eve dönerken düşündüm. Yanlış mı anlamıştım yoksa bu kadın bana apaçık ilgi mi gösteriyordu? Yok canım olamaz. Gazetelerden okuduğum kadarıyla Seda Hanım ile aynı karede yer alabilmem için ya eşcinsel bir modacı, ya da Nişantaşı’nda ünlü bir işletmenin sahibi olmam gerekiyordu. Sahi, adını hiçbir erkekle duymamıştım bu zamana kadar. Hakkında çıkan tek bir aşk dedikodusuyla karşılaşmamıştım. Acaba sıradan , “ünsüz” insanları mı seçiyordu birlikte olmak için? Kendini tanrıça gibi hissetmesini sağlayan, her istediğini yaptırabileceği, canı sıkıldığında da tekmeyi basabileceği, benim gibi sıradan insanlar. Tabi ya, aynen bu şekilde işliyordu düzen. Sessiz adamları, arka kapıdan hayatına alıp, işi bitince aynı şekilde aynı kapıdan gönderiyordu. Ama asla aldatmayacağım kız arkadaşımın varlığından haberdar değildi tabi.
Komplo teorilerim benimle birlikte apartmanın kapısına kadar geldiler. Neyse ki kurtarıcım tam zamanında yetişmeyi başardı, telefonum çalmaya başladı. Arayan Güngör Bey’di. Görüşmeyle ilgili kısa bir brifing istiyordu. Duyduklarından tatmin olmuş olacak ki “Aslanım benim. Senden başkası yokluğumu kesin aratırdı.” gibi sahte bir iltifatla beni ödüllendirdi. Telefonumu kapatırken alt komşum Saliha teyzenin manidar yüz ifadesiyle karşılaştım. Acaba bugünün azar menüsünde ne var diye düşünürken “Biz apartmanda hayvan beslemeyi yasaklamaya çalışırken sen eve öküz sürüsü aldın galiba evladım.” cümlesiyle merakımı giderdi. “Hayırdır Saliha teyze? Daha yeni geliyorum eve gördüğün gibi. Ofiste çıkardığım gürültüyü de mi duymaya başladın yoksa?” dememe fırsat vermeden saydırmaya başladı. “Çocuğum hiç mi yorulmuyorsunuz? İki saattir nefes almadan tepiniyorsunuz. Duvarları yıkan müziği ve o ciyak ciyak kahkahaları söylemiyorum bile. İnsan apartmanda yaşadığının bu kadar mı farkında olmaz?”. Benim evimden bahsediyor olamazdı. Evde bir tek annem vardı gün boyunca. Onun çıkardığı sesi de duymasına imkan yoktu. Kaldı ki annem çoktan gitmiştir. “Bir yanlışın olmasın teyzecim, benim evimden geldiğine emin misin?” diye sormama da izin vermedi tabi ki. “Hemen şu curcunayı kesmezsen polise haber vereceğim.” diyerek suratıma çarptı kapıyı.
O an üst kattan gelen müzik dikkatimi çekmeyi başardı. Gerçekten de hatrı sayılır bir desibele sahipti. Hızla çıktım merdivenleri. Kapıyı açmamla Suat’ın meymenetsiz suratını karşımda görmem bir oldu.

28 Nisan 2009 Salı

Deneme 1 - Bölüm 4

Pencereden kıpkırmızı, kalın, kadife perdeler iniyordu. Masalar ve sandalyeler mükemmel bir simetriye göre dizilmişti. Aydınlatma masanın üstündeki mumlar sayesinde oluyordu, restoranın ışıkları çok kısıktı. Girerken beni çok şık bir görevli karşılamış, rezervasyonum olup olmadığını sormuş, Seda Hanım’ın adını duyunca da gözbebekleri büyümüş ve haddinden fazla bir nezaketle beni bu masaya yönlendirmişti. Masaya doğru yürürken etrafıma şöyle bir göz gezdirdim. Bütün müşteriler fazlasıyla şık ve kasvetliydi. O restoranın içinde sizi korkutan bir şeyler vardı. O günü aklıma getirdiğimde hala o şey in ne olduğunu bulamam.
Masaya oturduğumda ilk önce ellerimi nereye koyacağımı bilemedim. Seda Hanım’ı o kadar zamandan sonra etkileyici bir şekilde karşılamalıydım. Gelince nazikçe kalkıp ceketimin düğmesini ilikleyerek elini mi sıkmalıydım? Yoksa daha rahat davranıp ayağa kalkarak zarif bir şekilde elini mi öpmeliydim? Biliyordum, çoğu kadın ellerinin öpülmesinden daha çok hoşlanırdı. Ama Seda Hanım kesinlikle herhangi bir kategorinin içine girmeyecek kadar değişik bir kadındı.
“İş görüşmesi için seçtiği yerden belli zaten.” Diye mırıldandım kendi kendime ve tam o an karşımda Seda Hanım belirdi.
“Aa yoksa beğenmediniz mi burayı?”
O durumda söylenebilecek hiçbir şey yoktu. Zaten utancımdan kızarmıştım, söyleyeceğim herhangi bir şey artık pişkinlik olacaktı, gülümsemekle yetinip, “Çok güzel.” Diyebildim.
Patronun tam yetki vermesi zaten beni huzursuz etmişken, bir de böyle bir karşılaşma gerçekten mükemmel olmuştu.
Yanımda getirdiğim dosyaları çıkardım. Uzun uzun incelemeye başladı. Gelecekte de daha çok iş yapabileceğimizi belirten bazı imalarda bulundu. İnceledikten sonra bir süre susup yemeğimizi yedik. Biraz da güncel hayattan, ekonomiden, neler olabileceğinden konuştuk. Tanımlayamıyordum ama Seda Hanım’ın davranışlarında beni çok rahatsız eden bir şeyler vardı.
Sanki düşüncelerimi okumuş gibi, “Şu Hanım lafını bir kenara bıraksak.” Dedi.
Artık beni neyin rahatsız ettiğini anlamıştım.

20 Nisan 2009 Pazartesi

Deneme 1 - Bölüm 3

Ofisin kapısından içeri adımımı attığım anda bir alkış sesi karşıladı beni. Güngör Bey, Selin’in masasının kenarına ilişmiş, yüzünde sinirli olduğunu ve birazdan beni yerin dibine sokacağını ilan eden gülümsemeyle bekliyordu sanki.
“Gerçekten tebrik ediyorum seni. Bu alkışları sonuna kadar hak ediyorsun. Bir kere cesur adamsın. Özel sektörde çalışıp işe bir hafta boyunca geç gelmek her babayiğidin harcı değil. Üstelik o kadar kovarım dememe rağmen. “
Konuşmasına, yani azarına son sürat devam ederken Muharrem boşları toplamak için masaların etrafında dolaşmaya başladı. Tam kapıdan çıkacakken Güngör Bey “Muharrem nereye gidiyorsun? Emir Bey’in siparişini almayacak mısın?” diye devam etti kaldığı yerden.
“Emirciğim kusuruna bakma çocuğun, kafası başka yerde galiba. Bir türlü veremedi kendini işine. Kovayım diyorum, kıyamıyorum bir türlü. Çok çalışkan, çok da becerikli... Ama sabrımı taşırmaya başladı. Çok sorumsuzca davranıyor son zamanlarda. Neyse sıkmayım şimdi canını böyle şeylerle. Kahveni nasıl alırdın?”
“Teşekkür ederim Güngör Bey. Sade bir filtre kahve alıyım ben Muharrem. Yanına da şu karşıdaki pastaneden zeytinli poğaça alıver iki tane. Şuna bak saat kaç olmuş daha benim boğazımdan bir şey geçmedi.” demeyi ölesiye istememe rağmen, “Yok Güngör Bey ben bir şey almayım.” demeyi tercih ettim haksızlığımı kabullenmiş biri olarak. Gerçekten bir kahveye çok ihtiyacım vardı. Ama bu soru bütün arzumu alıp götürmeye yetmişti.
“O zaman benim odaya sade bir kahve, bir bardak da soğuk su, Emir Hazretleri için.” diyerek odasına yöneldi. Konuşmanın odasında devam edecek olması içimi biraz da olsa rahatlatmıştı. Ofistekiler sadece başlangıçla yetineceklerdi. Bu müsabakanın başka bir mekâna taşınmasına en çok da Barlas’ın içerlediğine adım gibi eminim. Ofise girişimden sonra kısa zamanda göze girmeyi başarmam, firmaların reklam kampanyalarında birbirlerine beni referans olarak göstermeye başlaması, benden çok fazla olmasa da kıdemli Barlas’ı çıldırtmaya yetmişti. Ofiste yönetimsel bir hiyerarşi yoktu, dolayısıyla rekabete de hiç gerek yoktu. Ama bu Barlas’ın karakterinde var. Kapıya doğru yürürken önce çıkmak bile onun için bir galibiyet adeta.
“Sabahları ne yaptığını merak etmeye başladım.” diye söze girdi koltuğuna kurulurken. “Bir haftadır düzenli olarak geç kalıyorsun. Anladık esnek çalışma saatleri verimliliğini arttırıyor. Ama burada senden başka çalışanların da olduğunu unutmamalısın. Bu konuyu en başında konuşmuştuk. İşlerini yaptığın sürece benim için bir sorun yok. Ama unutma, şu kapının ardındaki insanları da düşünmeliyim. Seni kayırdığım bir gerçek, ama bunu onların kendi aralarında dillendirmeleri ofis için hiç hayırlı olmaz. Daha dikkatli ol bundan sonra.” Güngör Bey’in sözü Muharrem’in kahveyi getirmesiyle kesildi. İlk yudumu aldıktan sonra kısa bir süreliğine dünyasının değiştiğine yemin edebilirim. Güzel bir orta şekerli Türk kahvesi Güngör Bey’in en zayıf noktasıydı sanırım. Bu değişim konuşmasının devamına da yansıdı.
“Seda Hanım’ı hatırlıyor musun?”
Azarımın biteceğini hissetmiştim ama bu kadar hızlı bir konu değişikliğini beklemiyordum doğrusu. “Hatırlıyorum efendim.” derken bir yandan da hafızamın derinliklerinde Seda Hanım’ı aramaya başlamıştım. Şu an için herhangi bir olumsuz cevap verme lüksüm yoktu çünkü. “İşten de uzaklaşıyorsun yavaş yavaş. Müşterilerimizin isimlerini unutmaya başlamışsın baksana.” tepkisiyle karşılaşmak istememiştim bir an. Gerçi şu an için müşterimiz olup olmadığını da bilmiyordum ama elbet birazdan Güngör Bey ihtiyacım olan bilgileri verecekti.
“Bugün öğleden sonra Seda Hanım’la bir görüşmem var. Senin gitmeni istiyorum.”
İkinci kez adını duymak işe yaramıştı kim olduğunu anımsamama. Seda Hanım, ofise ilk girdiğim günlerde, markasının yeni reklam kampanyasını bizim yürütmemizi istemişti. Sahibi olduğu firma sadece Türkiye’de değil, dünyanın birçok ülkesinde bilinen ve rağbet gören bir iç çamaşırı markasıydı. Konu iç çamaşırı olunca, kampanya süresince ofiste çok gayri ciddi bir hava esmişti haliyle. Bırakılan örnek ürünlerle ilgili yapılan şakalar, hemen hemen her gün yenilenen gündemleriyle kadın-erkek tartışmaları, krize dönüşen kahkahalar o günlerden aklımda kalan birkaç ayrıntı sadece.
“ Ama efendim sizinle görüşmek istemiş. Ben gidince bir problem olmayacağına emin misiniz?”
“ Aa yok emin değilim. Sen şimdi çık ben bu konuyu biraz daha düşüneyim en iyisi Emirciğim. Seni de odaya kadar yordum kusura bakma.”
Sinirinin bu kadar kolay geçmesinde bir gariplik vardı zaten.
“Benim gitmem gerekse bunu bilirim herhalde değil mi? Eski reklam kampanyasıyla ilgili hazırladığımız dosyaları istiyor. Benim oğlanın okuluna gitmem gerekiyor. Hocası acil çağırmış. Bu sefer ne haltlar yedi kim bilir. ”
Anlaşılması zor bir kadındı Seda Hanım. Klasik modacı tavırları da denebilir. Hiçbir şeyi beğenmeme, beğendiğini de “Eh işte, fena değil.” kalıplarıyla belli etme, insanları küçümseme ve daha bunun gibi küçük ama sinir bozucu birçok özelliğe sahipti. Diğer modacılardan en büyük farkı çok genç olmasıydı. Kendi defilelerinin finallerini, tanıtımı yapılan kreasyonunun en seçkin ürünüyle kendisi yapardı. Fiziğine, güzelliğine güvenmekte sonuna kadar haklıydı. Seda Hanım’ı “Seda Hanım” yapan her özellik onunla birlikte çalışmayı zorlaştırıyordu kısacası.
“Benim yerime senin gideceğini söyledim ben zaten.” Emir Bey çoktan çantasını toplamış, paltosunu giymişti.
“Ha unutmadan, Seda Hanım’a tam yetkili olduğunu söyledim. Yani her şeyi konuşabilir, hazırlıklı ol. Bu kadından aldığımız ilk iş bizi nerelere taşıdı görüyorsun. Yeni bir anlaşmayla falan gelecek olursan belki seni ortak yaparım, belli mi olur. Hadi kolay gelsin.” Sadece kapıdan çıkarken söylediği şu sözler bile görüşme boyunca elimin ayağıma dolaşması için yeterliydi.

16 Nisan 2009 Perşembe

Deneme 1 - Bölüm 2

BÖLÜM 2
3 Gün Önce...
Hava ne zaman kapalı olsa sabahları uyandığımda, hep mutsuz olurum. Çocukluğumda da böyleydi bu. Okula beş karış bir suratla gider, ilk dersten hiçbir şey anlamazdım böyle günlerde. Öyle bir güne uyanmıştım yine. Yağmur yağıyordu. İnsanlar bir yerlere yetişmek için koşuşturuyor, birbirlerine çarparak yürüyor, şemsiyelerini kontrol etmeye çalışıyorlardı. Bense orada, evimin en sevdiğim köşesinde oturmuş, pencereden olanları izliyordum. En sevdiği köşesi dedim de, insan bu evde zaten sadece bu köşeyi sevebilirdi. Diğer kısımlar dağınık, bakımsızdı. Buraya taşınırken bu köşeye koyacağım kanepeyi bile hayal etmiştim. Bembeyaz olacak ve oturduğunuzda saracaktı sizi. Aynen öyle de oldu. Tek problem, kumandayı hep koltuğun arasına düşürüyor olmamdı. O kadar açıktı ki minderlerin arası. Ama çok mutluydum evimde. Aslında, mutluluktan çok, huzurdu belki de bulduğum. Buraya oturup dışarıyı seyretmek… Tam çocuğunun elinden tutup onu sürükleyen bir anneyi izliyordum ki, kapı çaldı.
“Hadi ulan hazırlan çıkıyoruz. Çok işimiz var daha. Akşama da kızları ayarladım en temizinden…”
Gelen Suat’tı. En anlamsız ve boş planları o yapar, sizi gecenin bir saatinde uykunuzdan uyandırıp balık ekmek yemeye götürür, sonra da sanki siz onu yaka paça sürüklemişsiniz gibi durmadan şikâyet ederdi.
“Ya saçmalama Suat gelemem ben hiçbir yere, çok işim var bugün.”
“Oğlum yapma bak hatun diyorum almıyor mu kafan? Yeter artık ya Ceren’den, kaç yıl oldu ulan, her gün aynı yemek yenir mi?
Uzun süreli bir ilişkiyi yemeğe benzetme düzeysizliğini gösterince iyice tepem attı.
“Suat siktir git geçireceğim suratının ortasına o olacak ama ha!”
Afalladı birden. Ne diyeceğini bilemedi bir süre. Kapıyı çarpıp çıktı sonra. Ama ne yapayım, yıllardır Ceren’den ayırmaya çalışıyor beni. Hatun ayarlamalar, eve getirmeler… Yetti artık burama geldi. Yarın arar alırım gönlünü.
Tam kapıyı kapatmıştım ki yine çaldı. Tekrar karşımda Suat’ı göreceğim diye o kadar sinirli açtım ki kapıyı, korkudan zıpladı annem.
“İstemiyorsan gideyim oğlum, kapı böyle mi açılır yahu!”
“Yok anne, pardon… Suat gelmişti de… Aman neyse boş ver geç içeri, hoş geldin.”
Ayrı eve çıktığımdan beri böyle birkaç gün gelirdi annem. Hiçbir zaman beğenmezdi düzenimi. Her gelişinde dağınıklığıma laf eder, uzun uzadıya anlatırdı düzenli ve temiz olmanın faydalarını. Son zamanlarda sıklaşmıştı gelmeleri. Evin anahtarını yaptırmayı teklif ettiğim bir gün,
“Olmaz öyle şey oğlum. Bu ev tamamen senin... İnsan kendi evinin anahtarını ancak karısına vermelidir. Hem bekâr adamsın ne olur ne olmaz.” diyerek yine gösterdi ne kadar anlayışlı bir kadın olduğunu.
“Annem çıkıyorum ben, sen de fazla yorma kendini etrafı toplayacağım diye tamam mı? Akşama yine dağılır zaten” dedim yanaklarından öperek. Bir yandan da gülüyordum sinirlenişine.
“Dağıt bakalım benim salak oğlum.” Diye bağırdı arkamdan.
Apartmandan çıktım, yağmur arttırmıştı hızını. Hemen arabama atlayıp yola çıktım, geç kalmıştım. Daha Ceren’i evinden alacak, onu işyerine bırakacak, sonra da ofisime geçecektim. Kesin sinirlenmiştir diye geçiriyordum içimden. Her zaman hoşgörülüdür ama tek tahammül edemediği şeydir beklemek. Yıllar önce sinemaya on dakika geciktim diye beni beklemeden gitmişti. Gönlünü almam bir ay sürmüştü yanlış hatırlamıyorsam. Evinin önüne vardığımda, her sinirlendiğinde yaptığı gibi saçlarıyla oynuyor bir yandan da gökyüzüne bakıyordu. Garip bir şeydi aslında. Ne zaman yağmur yağsa insan gökyüzüne bakma ihtiyacı hissediyordu. Sanki inanmıyorduk yağmurun yağdığına, ya da kanıt arıyorduk yukarıda.
“Nerde kaldın ya saat kaç oldu farkında mısın?”diye azarlayarak bindi arabaya.
“Özür dilerim hayatım, trafik falan… Annem geldi bir de onunla oyalandım biraz.”
“Ne kadar sık gelir oldu annen. Benden fazla görüşüyorsun artık onunla.”
Bu sitem dolu cümleye yine aynı üslupla karşılık vermem zaten yağmurla başlayan günümü daha da kötüleştirecekti, sustum.
“Aferin aferin sus böyle dedi.” Çantasında bir şeyler arıyormuş gibi yaparak.
En ilginç özelliğidir kadınların. Susmanız ya da konuşmanız hiçbir şey fark etmez böyle durumlarda. Ne yaparsanız yapın onları tatmin edici bir cevap bulamazsınız.
Sürekli konuşmaya ve azarlamaya başlarlar, dinlemezler bile sizi. Böyle durumlarda, fark etmese de, susmanız her zaman daha iyidir. En azından yorulmamış olursunuz.
İş yerine gelmiştik. Yanaklarımdan öptü ve arabadan inip uzaklaşmaya başladı. En çok bu özelliğini severdim. Ne kadar tartışırsak tartışalım beni böyle sıcacık öpmeden gitmezdi hiç. Yürüyüşünü seyrederken ne kadar mutlu bir hayatım olduğunu düşünüyordum. İşlerim iyi gidiyordu, güzel bir sevgilim de vardı. Huzurluydum. O gün bütün hayatımın değişmeye başlayacağını nereden bilebilirdim?

12 Nisan 2009 Pazar

Deneme 1 - Bölüm 1

“Çayını içmeyecek misin?”
Geleli on dakikadan fazla olmuştu ve artık sessizlik ağır gelmeye başlamıştı. Söylediğimin de pek bir işe yaradığı söylenemez, ama en azından dikkatini çekmeme yardımcı olmuştu.
“Soğuk seviyorum. Sanki bilmiyorsun.”
Soğuk sevdiğini biliyordum ama buz gibi içmediğini de çok net hatırlıyordum. Fazla üstelemedim. Zaten fazlasına da hakkım yoktu. Buluşmak için aradığımda “Söyleyecek bir şeyim yok, ama anlatacakların varsa dinlerim.” diyerek kabul etmişti teklifimi. Başından belliydi tavrı. En sevdiği çay bahçesine gelmiştik. Böyle küçük şeylerle etkileyebileceğimi hiç sanmıyordum, ama ben inadına detaylardan kendi umutlarımı somutlaştırmaya çalışıyordum. Taktığı tokanın tanıştığımız günkü tokasıyla aynı olduğuna yemin edebilirim. Saçı da o günkü gibiydi. Krem rengi paltosunu beraber beğenip almıştık. Başka biri olsa bunların hepsini bir şeyler anlatmak için kullanırdı. Ama başka biri olsa…
“Ee konuşmayacak mısın?” sözüyle düşünceler dağıldı bir anda.
“Konuşacağım. Peki sen hep böyle sert mi olacaksın bana karşı?”
“Geldiğime şükretmen gereken yerde hala başka şeyler de isteyebilmen ilginç doğrusu. Ama gene de cevap vereyim soruna, evet sert olacağım. Bu zamana kadar ılımlı olmanın faydasını görmedim.”
Anlaşıldı yumuşayacağı yoktu bugün. Hiç dinlemeden yargılamasına bozulsam da bunu belli etmedim. Zaten bunu söyleyecek olsam “Bu zamana kadar neyi bekledin?” diyerek susturacaktı nasıl olsa. Haksız da sayılmazdı. Bunca zaman arkasından iş çevirdiğimi düşünüyordu. Daha doğrusu artık düşünmüyordu, buna çoktan inanmıştı.
“Ceren biraz abartmıyor musun? Daha ne olduğunu bile anlatmama izin vermeden çekip gittin. Günlerdir resmen peşinden koşuyorum beni dinle diye. Madem dinlemeyi kabul ettin, en azından şimdi şu öfkeni bir kenara bırak.”
Bir nefeste bitirdim sözümü. Bunları söylediğime ben de inanamamıştım.
“Abartmak mı? Evine geliyorum. Önce koltuğun arasına sıkıştırılmış bir fular buluyorum. Daha onun şaşkınlığını üzerimden atamamışken ayağıma takılan şarap kadehi yuvarlanarak sehpanın altındaki diğer eşinin yanına gidiyor. Anlaşılan o kadar zamansız gelmişim ki, kadehleri adam gibi saklayamamışsın bile. Bütün bunların üzerine utanmadan abartma diyebiliyorsun bana. Bu hakkı kendinde görüyorsun yani.” demesini beklerken “Peki seni dinliyorum.” demekle yetiniyor sadece. En kötüsü de bu olsa gerek: Tepkisizlik. Daha fazla uzatmadan başlıyorum.
“Seni aldattığımı düşünüyorsun. Hatta eminsin. O gün yaşananlardan sonra hiçbir şey dinlemeden çekip gitmeni anlayabiliyorum. Ama sonsuza kadar böyle kalamayız. Yani ben kalamam. Hele ki böylesine büyük bir yanlış anlaşılma sonucu seni kaybedemem. “
“Yanlış anlaşılma mı? Aldatan erkeklerin inkâr gücünü daha önce bizim kızlardan duymuştum. Ama ne kadar pişkin olduklarını hayal etmek güçtü. Şimdi gözlerimle görünce daha iyi anlayabiliyorum.”
“Ceren lütfen yapma. Sesimi çıkarmadıkça dozu arttırıyorsun. Madem dinlemeye geldin, o zaman sadece dinle.”
“Öyle olsun bakalım.” dedi çayına uzanırken. Sonunda içmeye başlamıştı.
“Nereden başlayacağımı bilmiyorum gerçekten. Evet, o gece yalnız değildim evde. Ve evet, evdeki misafirim bir kadındı.”
Ceren aniden elini çantasına attı. Öfkesini gözlerinden çok rahat okuyabiliyordum.
“Misafiri bir kadınmış. Çok sürpriz oldu Emir Bey gerçekten! Dur tahmin edeyim yoksa şarap mı içiyordunuz ben kapıyı çaldığım sırada?”
“Tam olarak öyle olmadı.” dedim gitmemesi için bileğinden kavradığım anda.
Keşke Ceren’in sandığı gibi olsaydı. Göründüğü gibi basit bir aldatma olayıyla kalsaydı o gece yaşananlar.
Keşkeden öteye gidemiyordu o an için düşüncelerim. Ceren’i ikna edebilmem için, ikinci kadehin sahibinin zararsız olduğuna inanması için her şeyi baştan anlatmam gerekiyordu. Evet, o geceki misafirim zararsızdı. Yatağımın altından dirilip salona gelerek “Ölü gibi uyumuşum saatlerce valla. Emir neden uyandırmadın beni canım?” diyemeyeceğine göre endişelenecek bir durum yoktu. Bir de Ceren’e evimdeki ölü kadın hakkında açıklama yapabilirsem her şey tatlıya bile bağlanabilirdi.
“Bırakır mısın kolumu!” diye bağırmaya başladı. Saat zaten çok geç olmuştu, etraftakilerin dikkatini çekmek en son isteyeceğim şeydi, bıraktım.
“Bir daha sakın ama sakın arama beni!” dedi. Arkasından gidişini izlerken biliyordum. Tekrar görüşecektik. Çünkü hiçbir film bu kadar erken bitmezdi…

Başlangıç Olarak

Denemeye çalıştığımız şey yazıda satranç oynamak gibi geliyor bize. Herkesin, kendinden önce yazılan bölümü devam ettirmesi gerekiyor sürekliliği korumak adına. Ama sonraki bölüm hakkında karşı tarafa yorum yapma, müdahale etme, onu etkilemeye çalışma gibi bir hak ikimiz için de geçerli değil. Bizi bu yazılara bağlayan en önemli kural da bu. Yazısını tamamlayan, bir sonraki bölümü merak etmeye başlıyor. Hem yazan hem okuyan olma durumu bir yerde.

Geniş çaplı okuyucu kitlelerine ulaşmak gibi bir hayalimiz var, ama amacımız yok. Şu an için tek amacımız yazdıklarımızı yakın çevremizin beğenisine sunmak. Tanımayanlar da alaka gösterip okurlarsa ne mutlu bize.

Son olarak okuyuculardan çok ufak bir ricamız var. Lütfen yazılanlara dahil olma çabası içinde yorumlar yapmaktan kaçınalım. Yerin dibine geçirilmeye , ya da göklere çıkarılmaya hazırız. Ama yazılarımıza müdahale gibi bir durumla karşılaşmak pek de arzu ettiğimiz bir şey değil. Müdahaleden kastımız, yazılanların devamını getirme kaygısı taşıyan okuyucu yorumlarından ibaret, fazlası değil."Bu şöyle devam etse mükemmel olur." ya da "Ben olsam böyle yazardım." düşüncelerine pek sıcak bakmıyoruz, bakamıyoruz. Çünkü biz birbirimize bile karışmıyoruz.

Çok konuştuk, bundan sonrasını yazılarımıza bırakıyoruz.

(Not:Blog fikrini bizden esirgemeyen Fikret arkadaşımıza,canımıza,yavrumuza teşekkürü bir borç biliriz.)